18 Mart 2010

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY

11 Mart 2010

FIKRA

Bir karı koca barda oturmuş içkilerini yudumlarlarken içeriye gayet hoş ve alımlı bir bayan girer .

Adamın yanından geçerken yanağından bir makas alıp nasılsın hayatım görüşemiyoruz bu aralar der .
Adamın karısı yarı kızgınlık yarı şaşkınlık içinde kocasına sorar bu kadın kim diye , adam gayet sakin bir şekilde metresim diye cevap verir.

Kadın çılgına döner utanmaz adam birde utanmadan metresim diyorsun herşey bitti boşanıyoruz seni terkediyorum der .

Adam sakinliğini hiç bozmadan ne yani Etilerdeki dubleksi , Akmerkezdeki daireyi , 24 metrelik yatı bankadaki binlerce dolarlık açtığım hesabı bir anda bırakıp beni terk mi ediyorsun der .

Bunları duyunca kadın birden sakinleşir ve etrafına bakınmaya başlar . O sırada ilerde masalardan birinde eski arkadaşlarını görür ve eşine bu bizim Suat değil mi der .

Yanındaki kim acaba diye sorar . Adam metresi der . Kadın ay bizimki daha güzel vallahi der …

BOŞVER BE YAŞI

Boşver be yaşı başı!
gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?

koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.

Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
sen inan yüreğine,
hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
büyü büyü… bak ellerin ayakların kocaman.
aklın da maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,

Boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?
takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
o çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir
kış günü, öl gitsin…
parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
savrul gitsin…

Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim,
kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,
ister bir duvara, ister bir od aya, ister kıra
bayıra vur da git.

Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle
bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna…
yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…
yaş 70?e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı,
yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?


Can Yücel

MURPHY KANUNLARI 2

Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.

Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.

Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.

Bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır.

Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.

Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.

Olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekirdi.

Ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir.

Yere düşen her şey ulaşılması en zor köşeye yuvarlanır.

Ne zaman arabamı yıkasam yağmur yağar, yağmur yağacağı için arabamı yıkamadığımda yağmur yağmaz.

Reçelli ekmek ne zaman yere düşse reçelli kısmı hep yere gelir.

Özür dilemek, izin almaktan daha kolaydır.

Uyuyan bir bebek, anne babası uykuya dalınca uyanır.

Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığında burnun kaşınır.

İnsanların seni seyretme olasılığı düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.

Yanlış numara çevirdiğinde çevrilen numara kesinlikle meşgul değildir.

Patronuna lastiğin patladığı için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün lastiğin gerçekten patlar.

Gırgır geçmeye başladığın anda patron kapıda görünür.

Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.

Duşa girip ıslandığında telefon çalar.

Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.

Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.

Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.

Sinemada sıranın ortasında oturanlar salona en son girerler.

Ayağınıza tam oturan bir ayakkabı kesinlikle mağazadaki ayakkabıların en çirkinidir.

Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.

Birşeye ulaşmak istediğinizde ve ulaşamayıp umudunuzu kestiğiniz anda, bir yerden bir şekilde size gelir.

İşler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır.

Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz.

Aranılan bir şey birkaç yere bakılarak bulunur ve bulma eylemi zaten en son bakılan yerde gerçekleşir.


Herhangi bir bilgide sayılar çok doğru gözüküyorsa boşuna kontrol etmeyin, yanlıştırlar.

Bir teklifin gerçek olması güvenilir olmasını gerektirmediği gibi, güvenilir bir teklifin de gerçek olması gerekmez.

Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir.

Siz sınavlara istediğiniz kadar çalışın, sonunda her zaman çalışmadığınız bir yerden çıkacaktır!

Ne zaman sınavlara çalışacak olsanız uykunuz gelir, sınavdan sonra uykunuz açılır.

Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir.

Sigara dumanı her zaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.

Bar da sana yanaşan kız barın en çirkin kızıdır.

5 Mart 2010

HAYAT DERSİ

Konfüçyus, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti.
Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu.
Diğer elinde bir elma vardı.
Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içinde bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi:
-“Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir.
” Çocuklardan biri açıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu.

Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor, ama başaramıyordu.
“Elimi çıkaramıyorum!”
- Konfüçyus, “Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır,” dedi. Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda zorunlu olarak bıraktı. Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu.

Elmanın vazodan nasıl çıkarılabileceği konusunda sizin bir fikriniz var mı? Konfüçyus, vazoyu yerden alıp ters çevirdi. Elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı. Aslında o kadar basit bir şeydi ki bu!

-Konfüçyus, “Fakat bu, göründüğü kadar basit değil,” dedi. Elmayı havada tutuyordu konuşurken. “Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek de bir beceridir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. İşte, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz

ESKİDEN

Mesaj : Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu
Komşuda pişen
Bize
Bizde pişen komşuya düşerdi
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi
Her gün yaşanacak bir şey vardı
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı

ŞİMDİ
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına

CAN DÜNDAR