24 Şubat 2010

LEYLA İLE MECNUN

Denir ki, Leyla kara kuru, cılız, sıradan bir kız. Leyla’yı görenler Mecnun’un aklına şaşkın.
Denir ki yine; halife merak eder, çağırır Leyla’yı sarayına.
Dillere destan bir güzellik uman padişah da başkaları gibi şaşkın. Leyla’ya bir sürü laf eder.
“Bu muydu Mecnun’u mecnun eden Leyla!” bakışını hisseden Leyla, “Sen” der, “Mecnun değilsin!”
Leyla’yı görüp de Mecnun’a dudak bükenler narsistik kültürde (bencil, şekilci, menfatçi kültür) de egemen olan güzellik kavramından muzdarip gibidirler:
Güzelliği fiziksel güzelliğe hapsetmek.
Leyla bir yüz ve bedenden ibaret değildir halbuki.
Mesele yüz ve bedense eğer, cesetlerin de bir bedeni ve yüzü vardır. Leyla’nınsa başka bir güzelliği.
Onunla sohbet eden sanır ki Leyla tüm dünyayı unutmuş.
Konuşana dikkat kesilmiş, tüm varlığı kulak olmuş.
Anlatılanı anlatıldığı gibi anlamaya çalışır Leyla.
Sözcükler vehmin duvarlarına çarpmaz ona vardığında.
Anlatan “Hah işte, bunu anlatmaya çalışıyorum” der (hüsn-ü ifham).
Anlatımı sadedir. Tane tane konuşur. Sözcükleri boca etmez kimseciklere.
Kelimeleri öyle kullanır ki, bir çeşmeden dökülen su gibi, ağzından dökülen kelimelerle inşa ettiği güzelliktir. Kömür gözlü değildir Leyla, amma tatlı dillidir(hüsn-ü kelam).
Düzen ve intizama riayet eder. Eşyalara sinmiş olan düzenle, evine girenlerin içi açılır (hüsn-ü intizam).
Bir gün Mecnun’la karşılaşır, eli ayağına dolanır.
Onu hangi güzelim sözcüklerle karşılayacağını bilemez.
Kim olsa aynısını yapar Leyla. Kara kuru yüzünden tebessümler dökülür, en güzel kelimelerle insanları buyur eder (hüsn-ü istikbal).
Ne var ne yok misafirlerinin önüne koyar, onları ikramlarıyla memnun etmek için paralanır (hüsn-ü kerem).
Eşyaları kimse Leyla kadar güzel kullanamaz, kimse onlara Leyla kadar güzel davranamaz. Tahta kaşığı sanki canlı bir varlık gibidir. Kullandıktan sonra ona teşekkür etmeyi unutmaz. Görenler kaygıya gark olur; belki de mecnun olan aslında odur.
Kap kacağını elinde öyle bir tutuşu vardır ki, narin bir bebeği elinde tutan anneden daha mahir. Leyla’nın elleri kara kuru, ne gamdır (hüsn-ü istimal).

İnsanları kırmamak için kılı kırk yarar. Konuşmadan önce tartar, ölçer, biçer.
Konuşması gerektiğinde yeteri kadar konuşur, susması gerektiği yerde ağzına kilit vurur. Kırmaktansa kırılmayı öğrenmiştir Leyla.

Bencilliklerinden sıyrılmış, ben diye tutturmaktan azat olmuştur. Onunla arkadaş olmak için can atılır. Yanına varan huzura varır. İnsanlara zorluk çıkarmaz. Kolaylaştırır. Onunla geçinmek kolay değildir sadece, güzeldir de aynı zamanda (hüsn-ü muaşeret).
Onunla sohbete niyetlenenler sözlerine çekidüzen verir. Çünkü bilirler ki Leyla gıybetten hiç hoşlanmaz. Kötü düşünmekten kaçınır, yaşananlara güzel tarafından bakar. Her olayın altında bir hayır görür. Umutsuzluk yoktur yüreğinde. Mızmızlanmaz, şikâyet etmez. Kimsecikleri suçlamaz. Suçlanacak olanın nefsi olduğunu idrak etmiştir. Varlıklara zarar vermek aklının ucundan geçmez (hüsn-ü niyet).
En güzel hallerinden biri de edeptir Leyla’nın (hüsn-ü edep).

Narsistik kültürde bunun bir karşılığı bile yoktur. Bana en hazin gelen de budur.
Kolay pes eden biri değildir Leyla. Metindir, sağlamca tutunur inandıklarına. Kararlarına sahip çıkar. Hatalarınaysa daha çok. Kimsenin üzerine yıkmaz yanlışlarını. Dayanıklı bir kişiliği vardır (Hüsn-ü metanet).

Güzelliği fiziksel güzelliğe hapsedenlerin Mecnun’u anlaması imkânsız gibidir.
“Bir kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği nedir?” diye sorulsa; “Kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir” cevabını narsistik kültür algılayamaz, anlayamaz.
Oysa ne güzel bir tanımdır bu (hüsn-ü mana), ne kadar derin. Ya da “En kıymetdar ve en şirin cemali nedir bir kadının?” diye sorsak, narsistik kültür bilmez ki “ Ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir.”

Mecnun’un Leyla’da tutulduğu böyle bir güzelliktir işte: Halleriyle Cemil isminin tecellisine mazhar olmuş güzel bir insan. Ondaki güzelliğe zaman ilişemez bile. Aksine zaman, ancak Leyla’nın hüsn-ü siretinin olgunlaşıp ziyadeleşmesine hizmet edebilir.
Tasvir etmeye çalıştığım güzellik biçimlerinin bazıları kadınlara özgüyse de; çoğu erkekler için de geçerlidir elbet. Erkeklere özgü başkaca erdemler ise cesaret ve cömertliktir (hüsn-ü sehavet). Koruma, kollama, yakınlarının sorumluluğu alma gibi bazı özellikler özellikle erkeklerde tecelli eden başkaca güzel hallerdir.

Leyla gerçekten de böyle biri miydi? Bilmiyorum. Gaybı ancak O bilir. Ben sadece güzel bir insanı tasvir etmek ve fiziksel güzellik dışındaki güzellik hallerine dikkat çekmek istedim...


MECNUN
Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla"nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez.

Kays okulda Leyla" yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar. Mecnun" un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla"yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla" yı vermezler.

Leyla evden kaçarak, Mecnun" u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ" yı tanımaz. Babası Mecnûn" u iyileşmesi için Kâbe" ye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder: "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni." Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.

Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâ" yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm" ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnûn, çölde, Leylâ" nın evlendiğini arkadaşı Zeyd" den işitince çok üzülür. Leylâ" ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn" a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra Mecnûn" un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür.

Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn" u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ"nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn" u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ" nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler; "Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez." Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn" un sâdık arkadaşı Zeyd Rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki: "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ" dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

(-Mustafa Ulusoy)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder