28 Ocak 2010

NUSAYRİLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Genel Bilgi:

Yemenden kalkıp kaç göç dalgaları halinde Anadolu’ya geldiler. İnanışlarından dolayı karşılaştıkları baskı ve aşağılama her yerde izledi onları büyük kırılmalara tabi tutuldular ama “ehlibeyt yolundan dönmediler” . (Bulut,2001:95)

“Osmanlı belgelerinde, Fellahlar “Çukurovanın, Amik’in, daha doğrusu Akdeniz Bölgesinin en eski sakinleri” (Yeğenoğlu,2001) olarak geçer. İlber Ortaylı’ya göre onlar, bir zamanlar Türkmenlerle çevrili bir denizde Arapça konuşan etnik bir gruptu. Kendi aralarında iletişim kuvvetliydi. Lazkiye ile Mersin’deki Nusayriler (Fellahlar) kendi aralarında haberleşiyorlardı. Kız alıp veriyorlar, ortaklık kurup ticaret yapıyorlardı.” (Ortaylı,1999:42) “(Aslan,2005:27)

“Fellahların varlığına ilişkin ilk kayıtlarda Kanuni Sultan Süleyman devrinde, 1528’de Adana sancağındaki vergi defterlerinde karşılaşılmaktadır. O devirde Fellahların ismi Garipler Cemaati olarak geçmektedir. (Serin,1995:146). O dönemlerde Çukurova’da, Bahçeciler olarak tanımlanmakta idi. Gerçekte de Fellahlar 1970’lere kadar yoğun olarak çiftçilikle uğraştılar ve hala uğraşmaktadırlar. “(Gökçeli,2001) O yüzden Antakya yöresinde dinsel inanışlarından dolayı “Aleviler” olarak anılmalarına karşılık, Adana ve Mersin yöresinde, kendilerini kızdıran zaman zaman kendilerinde aşağılandıkları fikrini uyandıran, Arapça çiftçi anlamına gelen “Fellah” ya da “Arapuşağı” kavramlarıyla anılmaktadırlar” (Ünlüer,2001) “(Aslan,2005:28)

Yaklaşık 1200 yıllık tarih boyunca altı büyük göç, sayısız felaket yaşayan; bu arada Halep’teki büyük yerleşimleri sırasında Hamdani devletini kuran, Yavuz Sultan Selim binlerce Nusayri’yi kırmasıyla Lazkiye dağları’nın doruklarına çıkan Nusayriler, bir anlamda göçebelik, tehcir, tecrit ve yoksulluğa mahkum edildiler. Nusayri adını, 11.İmam Hasan El Askeri’nin müridi Muhammed Bin Nusayr’dan aldıkları yolundaki rivayetin akla yatkın olduğunu yazar Faik Bulut makalesinde belirtir. Fakat yazar-eğitimci Mehmet Karasu’ya göre bu adlandırmanın tarihi gerçekliği yoktur: “Zira Alevilik Muhammed İbn Nusayr tarafından değil, bizzat imam ali tarafından kurulduğunu iddia eden bilim adamları vardır. Aşağıda izah edileceği gibi ilk ayrışmalar Gadir Hum biatına dayanmaktadır. (Karasu,2006:117)

Mehmet Karasu makalesinde bu iddialara şöyle karşılık verir: “İkincisi, Muhammed İbn Nusayr peygamber değildir. Ehlibeyt’in sevgisini ilmini ahlakını, edep ve dürüstlüğünü bize aktaran bir ehlibeyt bilginidir. O ve kendisinden sonra gelenler; Muhammed Bin Cündüp, Abdullah Cennan Cembalani, Hüseyin Bin Hamdan El Hasibi, Muhammed Bin Ali El Cilli, Mekzun el Sincari….Alevileri içine düştüğü zillet, sefalet, umutsuzluk, ve esaretten kurtulmak için çalıştılar. Bunlar her şeyden önce din tasavvuf ozanıdırlar. Görüş ve inançları tasavvuf felsefesi ve “Vahdet-i Vücud “kuramı dediğimiz, eski Grek Latin filozoflarından esinlenen “islami felsefeyi benimsemişlerdir. Bugün mevcut olan el yazması yapıtlardan bunu anlamak mümkündür. Alevilerin Tanrı anlayışı anlatılırken bu özellikler hep göz ardı edilmiştir.” (Karasu,2006:117)

Başka bir rivayete göre ise, ikinci halife döneminde bölgeye gönderilen 450 kişilik takviye kuvvet burada düşmanı yendikten sonra bu bölgede ikamet etmiş, Hz.Ali yandaşı olan bu kuvvete "nasara /nüsra " (yandaş,zafer kazanan ) adı verildiğinden, yörenin sarp dağlarına yerleşen herkes aynı isimle anılmış.(Bulut,2001,96),

Kaç göç dalgaları Nusayrileri açlığa ve yoksulluğa mecbur etmenin yanı sıra sürek, surak, suvarık ( sürgün sözcüğünden bozma )sıfatıyla horlanmalarına neden oldu. Yoksul halk,açlıktan ölmemek için sarp dağların verimsiz topraklarını işleyerek,ağaçları kesip tarla haline getirerek ayakta durmaya çalıştı ; Arapça "felahül-ard" ( toprağı işleyenler) ibaresinden kendilerine ‘fellah’ adı verildi bu yüzden. Uzun süre Hristiyan ve Müslüman ağaların yanında marabalık yaptılar. Zamanla toprak sahibi olup rençberlik, bağcılık, bostancılığı bir meslek haline getirince, bu kez, Arapça "fellah" (rençber, köylü, çiftçi) deyimi iyice yerleşti. "Arap uşağı" yakıştırması, Atatürk zamanındaki kimi siyasetçiler tarafından, üstün bir ünvanmış gibi sunulmuş olmasına rağmen, aslında Osmanlının son demlerinde bu toplumu aşağılamanın ifadesi olarak kullanılmıştı. Osmanlı tahrir defterlerine ise Garipler Cemaati olarak kayda geçmişlerdi. ( Bulut,2001:96)

ETNİK KÖKEN
Etnik bakımından söz konusu Alevilerin tümü Arap kökenlidir.Abdurrahman Khair’e göre : daha önceki isimleriyle onlar Nusayrilerdir ve Fransız mandası zamanında Aleviler olarak anıldılar. Fakat onlar gerçek Araptırlar ve imamların yanılmazlığına inanan müslümanlardır. (Karasu,2006:118)

Muhammet Emin Galip et Tavil, Nusayriler adlı yapıtında tufandan sonra insanlığın Nuh’un üç oğlunun soyundan, Sami, Ham ve Yafes’ten geldiğini anlatır. Söz konusu Alevilerin atalarının Samiler olduğunu ve bunların Ortadoğu’ya yerleştiklerini ileri sürer. Sami kavimlerinin kendilerine özgü bir geleneği, uygarlığı, dili ve meziyetleri olduğunu ve onların saf arap pınarından süzülen on ikinciler olduğunu belirtir. (Karasu, 2006: 118)

Nusayriler örf, adet, kimlik ve kökenlerini araştırma döneminin henüz başında. 1938’de Hatay’ın Türkiye’ye katılması sürecinde Güneş Dil tezi savunucuları, "Yöre halkının Eti Türklerinden Olduğunu" döne döne tekrarlayıp durmuştu. Nusayrilerin inançlarını da dikkate alan kimi siyasetçiler, " Hz.Ali’nin orduları Arap değil,Türklerdendi. Horasan erenleri de Ali askerleri arasında bu bölgeye gelip yerleştiler." yolunda yazılar yazmışlardır. Günümüz Nusayrilerinin bir kısmı bu propagandaya inanmış görünüyor. Ama çoğunluk kökenlerinin Yemen’den Kalkıp Irak, Suriye Halep üzerinden Lazkiye yöresine göçen, yaklaşık 700 ila 300 yıllık süreçte Süveydiye (Samandağ), Adana, İskenderun, Tarsus, Mersin'e yerleşen büyük aile efradına dayandığına inanıyor. Şunu diyorlar: ‘Ezilmişliğin verdiği hırsla, herkes eğitime sarıldı. Diyeti ise Arapça’dan, asıl kültürümüzden vazgeçmek oldu. Türkçe, giderek Arapça’nın yerini alıyor; iki kuşak sonra evimizde Arapça konuşulmaz olacak. Ama Araplık, siyasi ve milli bir dava değil bizim için. Etnik köken ve Arap kültürü ile eşanlamlı, o kadar. Bu kimliğimizle varız, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir rengiyiz. Bu yeterliyidir. Yoksa, bizi Eti Türkü sayıp asimile etmenin bir alemi yok. Dışlanmadan, horlanmadan, iftiraya uğramadan bu toplumun bir parçası olmak esastır. ‘ (Bulut:2001:96)

DİL

Bilindiği üzere dil, evreni ve doğa olaylarını, duygu ve düşünceleri, insanlar arasındaki ilişkileri kendi işleyişi, ruhu, mantığı ve dünya görüşüyle yoğuran sesli bildirişim sistemidir. Aynı zaman ad kültürün en önemli taşıyıcısıdır. Onun en temel öğesidir.” toplumun bir parçası yok ki, dilden bağımsız, dilden ayrı olsun. Toplumun edebiyatı, Felsefesi, sanatı, tekniği ile birlikte, bütün kültürü düşünceleri, kavrayış biçimi, giderek töre ve gelenekleri dille bir bağlılık içindedirler, dilden ayrılmazlar. Töre ve gelenekler de dil olmadan olanaklı değildir” (Akarsu,1984:98). Bu yüzden etnik gruplar dillerini adetleri kadar önemsemektedir (Aslan,2005:54)

Nusayrilik, etnik, dilsel, dinsel temelleri olan bir grubu ifade eder. Bu öğeleri birbirinden bağımsız düşünemeyiz. Dili aradan çıkardığımızda Nusayrilik çıkmaza girer. Bu açıdan Arapça’nın yaşatılması çok önemlidir. Arapça konuşma oranı gittikçe düşmektedir. Yeni nesillere öğretilmeme eğilimi vardır. Arapça yazmayı da çoğunlukla şeyhler ve Kuran okuyan Nusayriler bilir. Unutulmalıdır ki dil kültürel sürekliliği sağlar.

a-Arapça: Suriye’deki Gebel ve Ansariye bağlı Süryani/Lübnan lehçesi.Yaşlı nesil hala Arap yazısıyla okuyup yazmaktadır.(Andrews,1992:215)

b-Türkçe genellikle Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından (1939) sonra doğmuş olan daha genç nesil tarafından konuşulur. Kent halkında Türkçe’yi birinci dil konumuna yükseltme yönünde bir eğilim gözlenmektedir. Bugün Arapça ile Türkçe’nin bir karışımı konuşulur. (Andrews ,1992:216)

NÜFUS VE NÜFUSUN DAĞILIMI
Nusayrilerin nufus oranı Samandağ’da %90, Antakya’da %60-70; İskenderun’da %40, Adana’da %25, Tarsus’ta %80, Mersinde %20-25 Nusayrilerin Hatay’ın genel nüfusu içindeki oranı ise merkezdeki oranın altındadır (%30’a yakın). M.Aring –Lananatza 1990 verilerine dayanarak toplam nüfuslarının yaklaşık 1 milyon olduğunu söyler. Aradan geçen yıllar da hesaba katıldığında tahminlerinin doğru olduğu ileri sürülebilir. (Sertel,,2005:179)

Nusayrilerin yoğun olarak yaşadıkları Hatay ilinin ve bu ile komşu illerin dini coğrafyaları dikkate alındığında Nusayri toplumunun geniş bir Sünni İslam kuşağıyla çevrildiği görülmektedir. Söz konusu bölgenin dini inanışlar bakımından konstrast bir görünümde olması Nusayri toplumundaki grup içi bütünleşmenin asıl sebebini oluşturmaktadır. Bölgenin inançsal yapısı ile ilgili en sağlıklı bilgi, 1996 yılında yapılan genel nüfus sayımıdır. (DİE)Bu sonuçlara göre Hatay ilinde Nusayri nüfusunun genel nüfusa oranı %28.94’tür. Hanefi nüfusun oranı %68.48, Genel nüfusun oranı %1.95’ tir; nüfusun geri kalanını ise Katolik ve Ortodoks mezhebine mensup Hıristiyanlar ile Musevilerden oluşmaktadır. Nusayrilerin yoğun olarak yaşadıkları yerler ise Samandağ ve köyleri ile Antakya merkez ve köyleri olarak görülmektedir. Diğer ilçelerde ise Sünni İslam mezheplerine mensup olanlar yoğunluktadır. (Keser,2005:149)

DİN

Alevileri Ortadoğu’daki Sünni ve Şii Müslümanlar ile diğer etnik dini gruplardan ayıran en belirgin özellik, Hz.Ali’ye karşı aşırı tutkularıdır. (Karasu,2006:121)

Nusayriler kendilerini “İslam toplumu, uygarlığı ve tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak görürler” (Bulut,2001:95)

Nusayriler Hz Ali’ye olan aşırı tutkuları ve Bu tutkularından ödün vermeyen bir gruptur. Nusayrilerin Toplumsal yaşantılarında din bu topluluğu bir arada tutan ve toplumun devamını sağlayan çok güçlü bir kurumdur. Dine dayalı akrabalık ilişkileri, ekonomik ilişkiler bu örnek çoğaltılabilir. Nusayrilik inancının en önemli özelliği dışarıya kapalıdır. Bu yapı Nusayrilik inancının hiçbir zaman bağnaz bir inanç olmasını getirmemiştir. Aile içindeki özgürlükçü ortam ve kadınların toplumda hiçbir zaman geri plana itilmediği kendini yenileyebilen bir inançtır.

Her gelen iktidarın Nusayriler üstünde kurduğu baskı belki bir nevi kapalı toplum yapısını getirmiştir.

Bu açıdan Nusayrilik değerlendirilirken tarihi ve toplumsal koşulları göz önünde bulundurmak faydalı olacaktır.

Nusayri inancının pratik yönü de teorik alanı kadar sosyal bütünleşmeyi arttırıcı özelliklere sahiptir. Tarihsel süreç içinde, bilinçli bir tutumla, Nusayri ibadet şekilleri belirlenirken grup içi dayanışmayı ve bütünleşmeyi arttırma amacı da güdülmüş olabilir. (Keser,2005:142) Bayram sahipliği kurumu vasıtasıyla ailelerin sosyal prestijlerini yükseltme aracı olarak görülerek dini inançların devamlılığını arttırıcı bir etkiye sahip olmaktadır. (Keser,2005:143)

Bayram sahipliği ya da dini görevlerin yerine getirilmesi Nusayrilerde sosyal prestiji artırmaktadır. Nusayrilerde özellikle Samandağ gibi kırsal kesimlerde sosyal kontrol çok fazladır. Bayram sahipliğinden vazgeçen kişilerin işlerinin kötü gideceğine inanılır. Özellikle Gadir-Hum bayramında hemen hemen her evde kazanlar kaynar.

Nusayrilerin grup içi dayanışmalarını arttıran bir diğer önemli sebep ise devleti Sünni İslam’ın savunucusu ve uygulayıcısı şeklinde algılamalarıdır.(Keser,2005:150

Özellikle 1980’den sonra ilkokullara zorunlu din kültürü derslerinin getirilmesi Nusayriler tarafından şikayet konusudur. Bu çocuklarının Sünni, Hanefi, İslam yorumunu öğrenmek zorunda bırakılması anlamına gelmektedir. Nusayriler günümüzde çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla seslerini duyurabilmektedir. Devlet Sünni İslamı destekler bir konumda olsa da Nusayriler dinler arası ve kültürler arası diyalogdan hiçbir şekilde geri durmaz ve bu gün Hatay’da bulunan gruplar arasında hoşgörünün ve barışın kaynağı durumundadırlar.

AİLE
Grup içi (endogami) evlilik yaygındır. Evlilik Nusayri toplumunda çok önemsenen bir konudur. Nusayriler gelenek, görenekleri ile özellikle kırsal kesimde (Samandağ ve köyleri ) geleneklere ve dinsel öğretilere uygun şekilde yaparlar.

Nusayri toplumundaki bütünleşme aile kurumu göz önünde bulunduğunda da görülmektedir. Nusayri toplumunda hakim aile tipi çekirdek aile olmakla beraber kırsal alana gidildikçe evlenmiş erkek çocukları da aynı çatı altında toplayan birleşik aile tipi az da olsa görülmektedir. Bu tip ailenin oluşmasının ilk nedeni bu yola başvuran ailelerin ekonomik güçsüzlüğüdür.

Evlenmiş çocuğuna yeni bir ev kurabilecek ekonomik birikime sahip olamayan ebeveynler evlerini evli çocuklarıyla paylaşma yoluna gitmektedirler. Bu tip ailelerin oluşmasının ikinci nedeni ise yine ekonomik bir faaliyet sonucu olmaktadır; Nusayri toplumunda uzun yol şoförlüğü yapanların ve yurt dışında işçi olarak çalışanların oldukça fazla olması sebebi ile bu kişiler eşlerinin ve çocuklarının güvenliği için ve bakımlarının sağlanması amacıyla onları ailelerinin yanına yerleştirme yoluna gitmektedirler. Ancak eşlerinden uzun süre ayrı kalmaları nedeniyle ailesini ebeveynlerinin evlerinde yerleştirenler seyahat gerektirmeyen bir mesleğe geçmeleri veya yurt dışında çalışıyorlarsa yurda kesin dönüş yapmaları durumunda genellikle ebeveynlerinden ayrı bir evde oturmaktadır (Keser,2005:144)

SİYASET

Nusayri toplumunda genç kadınların siyasete erkekler kadar yoğun şekilde ilgi duyduğu ve katıldığı görülmektedir. Yaşlı kadın nüfus ise erkeklere göre siyasete daha az ilgi duymaktadır. Yaşlı kesimlerde oy verme kararlarında aile reisleri büyük rol oynarken genç kesimde aileden bağımsız oy verme davranışına daha sık rastlanmaktadır.( Keser,2005,150)

Yaşlı ve genç nufusların oy verme davranışlarındaki en büyük farklılık,yaşlı nüfusun yöneldiği partilerin geleneksel merkez-sol partiler olmasına rağmen genç nüfusun tercihinin daha solda partiler olması yönünde olmasıdır. ( Keser,2005:150)

Ancak Nusayrilerin siyasi alanda sol fikirlere yakın olmasının nedenleri arasında dini inanışlarının oynadığı rolü ortaya koymak mümkün olmamıştır.Bu konu da belirtilecek tek şey Türkiye içinde yaşayan alevi nufusun genelinin sola yakın olduğu ve Nusayrilerin siyasi tavırlarının bu olgu içinde değerlendirileceğidir. Sol fikir taraftarlığının yüksek olmasının diğer bir sebebi ise üniversite eğitimi görmüş fert sayısının azınsanmayacak derecede olmasıdır.(Keser,2005:150)

EKONOMİ

Hatay, Adana, Mersin, İskenderun gibi şehir merkezlerinde yaşayan Nusayriler, ticaret ve esnaflıkla; bu kentlerin kırsalında bulunanlar daha çok tarım ve hayvancılıkla.

Samandağ, İskenderun, Mersin(Mezitli, Karaduvar), Adana (Karataş) gibi sahil kesimlerinde yaşayanların önemli bir kesimi ise balıkçılıkla geçimini sağlamaktadır. ( Sertel ,2005:175)

Arap Alevilerinin işsizlik yüzünden değişik ülkelere dağıldıkları gözlenmektedir. Bunu yurtdışındaki nüfus oranlarından gözlemleyebiliriz. Yurtdışına olan işçi göçlerinde Arabistan önemli bir yere sahiptir. (Bunun dışında körfez ülkeleri önemli bir yer tutar); Arapça’yı bilmeleri uyum sorununu azaltmaktadır. Oraya gidenlerin Türkiye'deki yakınlarına iş temin etmeleri de bu ülkeye olan iş göçlerini kitlesel hale getirmiştir. Nusayrilerin ekonomik güçlerinin temel kaynağını, Arabistan’dan gelen para oluşturmaktadır. (Sertel,2005:175)

Araştırma yapılan bölgedeki Nusayrilerin geçmiş zamanlardan beri yoğun olarak içinde bulundukları ekonomik faaliyet kırsal alanda yaşayanlarda ziraat şehirlerde yaşayanlarda ise esnaflıktır. Ancak zaman içinde sınır ticareti imkanlarının gelişmesiyle beraber taşımacılık alanında da yoğun bir faaliyete girmişlerdir. Zirai faaliyetlerin yanında Nusayrilerin faaliyet gösterdikleri alanların başında taşımacılık sektörü gelir. Bu gün Türkiye’nin en güçlü tır filoları özellikle Samandağ Nusayrilerine ait olup bu filoların çoğunluğu da Arap ülkelerine seferlerde bulunmaktadır. Bunun yanında yüksek eğitim gören Nusayrilerin oranındaki artışlara bağlı olarak değişik meslek gruplarında da çalışmaya başlamışlardır. Zirai faaliyet içinde bulunana Nusayrilerin işledikleri arazilere ise sahip olmaları çok yakın bir zaman içinde gerçekleşmiştir. Daha önceleri Sünni mezheplere bağlı ağaların elinde bulunan arazilerde işiçi olarak çalışan Nusayriler ağaların şehirlere yerleşmeyi tercih etmeleri sonucu satılığa çıkardıkları arazileri satın almışlardır.(Keser,2005:147-148)

Nusayrilerin göreceli olsa da güçlü olan ekonomik durumlarının ana nedeni diğer gruplara duyulan güvensizlik olduğu söylenebilir. Yoğun bir çalışma sonucu elde edilen göreli üstünlük azınlık olmalarının getirdiği zorlukları azaltmakta ve bununla birlikte grubun maddi maddi temeli güvence altına alınarak devamlılığı sağlanmaktadır.(Keser,2005:149)

MODERN KÜLTÜR VE GELENEKSEL KÜLTÜR ARASINDAKİ NUSAYRİLİK

Geleneksel kültür manevi kültürdür. Geleneksel kültürde akrabalık bağları çok güçlüdür. Aile bireyin hayatını belirler. Bireyin doğumundan ölümüne kadar oturacağı yer, evleneceği kişi, yapacağı mesleğine kadar her şeyini aile belirler. Geleneksel kültürde aile geniş ailedir. Geniş ailede anne, baba, büyük baba, büyük anne, kardeşler herkes aileden kalma ev ya da arsa içinde yaşar. Hatay’ın Samandağ ilçesinde %90’dan fazla nüfusun Nusayri olduğu bu ilçede geleneksel yaşamın belirtileri görülür.

Aile çoğunlukla geniş ailedir. Aile bireyin hayatında çok belirleyicidir. Bireylerin üstünde adeta bir koruma kalkanı vardır. Birey yurtdışına (genellikle Arap ülkelerine) çalışmaya gider. Belirli bir para biriktirdikten sonra ailesinin gösterdiği ailesine ait mülkün üstünde evini kurar. Genelikle meslekleri yurdışında getirisinden kaynaklı berber, lokantacı, otomobil tamircisi, fırıncı, şoför gibi mesleklerdir. Belirli bir süreden sonra bu mesleklerden birini memleketinde icra etmek üzere yurtdışından kesin dönüş yapar. Toplumda saygın bir yer sahibi olmak için dini görevlerini yerine getirir. Samandağ ilçesinde Nusayrilik'in tam olarak canlı bir şekilde yaşatılması bu geleneksel yaşamın gereklerindendir.

Toplumsal değişim geleneksel yaşamın görüldüğü yerlerda daha az olur. Kültürler daha canlı yaşanır. Geleneksel yaşamın katı kuralları ve toplumsal kontrol değişime direnmeyi gerekli kılar.

Nusayriler'de bunun yanında özellikle Mersin, Adana yöresinde daha çok modern yaşamın izleri görülür. Aile tipi çekirdek ailedir. Gittikçe büyüyen bu şehirlerde tutunmak için çesitli işlerde çalışmaktadırlar. Aile planlaması vardır. Ekonomik sıkıntılardan kaynaklı çocuk doğum oranı daha düşüktür. Kırsal alana göre düşüktür. Dini görevini yerine getirme konusunda hassasiyet kırsal kesime göre daha azdır. Kent yaşamının getirdiği şartlar dolayısıyla daha zordur. Dini görevini yerine getirme konusunda kırsal kesimde hassasiyet olması kırsaldaki toplumsal kontrolun daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır.

Modern bir yaşam tarzında toplumsal değişim daha hızlıdır. Genç neslin kent yaşamına uyum sağladığı görülür. Geleneklerden daha kopuk Türkçeyi çok düzgün konuşan Arapça kelimeleri telafuz etmekte zorlanan ya da hiç Arapça bilmeyen bir genç nesil yetişmektedir. Bu da Nusayri ailelerin çocukları kent yaşamına uyum sağlasın yabancılık çekmesin diye özellikle çocuklarıyla Türkçe konuşma eğiliminden kaynaklanmaktadır.

Kent yaşamında imkanlar dini görevleri yerine getirmek için kısıtlı olduğundan Nusayri kültürü yeterince yaşatılamamaktadır. Böylelikle kente adapte olmuş Nusayri topluluk gelenekle-modern kültür yani maneviyatçı kültürle maddiyatçı kültür arasında kalmıştır.

Nusayriler'in yaşadığı kırsal kesimlerde maneviyatçı kültür gelişmiştir. Paranın yerini hatırın yada akrabalık ilişkilerinin aldığı yerlerdir. Nusayriler'in doğumundan ölümüne kadar verdikleri kararlarda aile ve toplum çok önemlidir. Toplumsal kontrol fazladır. Bu sebepten toplumda geleneksel kurallar ağır başmaktadır.

NUSAYRİLER VE ULUSAL KİMLİK
Günümüzde etkisi gitgide artan insan hakları ,Kültürel çoğulculuk .farklı etnik ve dinin inançların ifade edilebilmesi cerçevesindeki talepler ulus- devletin temellerini zorluyor. Böylece ulus devletin yurttaşlık anlayışı ile farklılıklara saygıyı temel alan insan hakları siyaseti arasında bir gerilim ortaya çıkıyor. (İnal, 2006: 37)

Avrupa Birliğinden birçok ülke, bu gün farklı kültürlerden, farklı etnik kökenlerden gelen, değişik diller konuşan yeni yurttaşlarının kültürel kimliklerini yeni edindikleri yurttaşlık kimliği içinde sürdürebilmeleri için kanunlarını yeniden düzenliyor, birey haklarını gözeten ortak anlayışlara yöneliyor. Oysa Türkiye son seksen yılda çok kültürlü- çok uluslu bir imparatorluğun mirası üzerinde kurduğu ulus-devletle bu zengin mirastan “kurtulmaya” çalıştı. Bu da Kürt, Ermeni, Rum, Süryani,Yahudi gibi çeşitli kimliklerin yaşadığı bu coğrafyada bir çok acı soruna yol açtı. (İnal,2006:37)

Bilindiği üzere “ulusal kimlik , sosyal ve politik bütünlüğün güçlü aracıdır. Toplumda sosyo-ekonomik düzey, yaş, cinsiyet, din gibi çeşitli boyutlardaki farklılıkların ayarttığı ayrılıkları, bölünmeleri telafi edici bir etkiye sahiptir. Ayrıca sosyal olarak marjinal veya alt düzeylerde bulunan grupların toplumda bir yer bulmasını ve entegrasyonunu sağlamaktadır. Bazen bu ulusal kimlikleşmenin ve entegrasyonun aygıtları olarak fonksyon gören resmi okullar, Diyanet işleri, siyasal kurumlar, ters fonksiyona da sahip olmaktadır. Bu kurumlar bütünleşme (entegrasyon )yerine eritmeyi (asimilasyonu ) seçerek potansiyel olarak etnik hareketler (monements) yaratabilmektedir.(Aslan,2005:146-147)

Örnek olay: Bir üniversiteli kız öğrencisi 1987 yılında ortaokula giderken yaşadığı deneyimi dramatik bir şekilde dile getirmektedir. “Dersinde orta 2 öğrencisi olan bu öğrenci ye din öğretmeni beş vakit namazdan herhangi birini sınıf önünde uygulamasını istemiş bilmediğini söyleyince çok kötü azarlamış.’Sen ne biçim Müslümansın ‘gibisinden . Olay büyüyünce Bu Nusayri kızı çağırıp açıklama yapıp olayı yatıştırmış.”Cahit aslanın kitabından (s147) geçen olayın tam metnini okuyabilirisiniz.Osmanlılar zamanından beri süregelen Nusayrilere karşı bu tutum 1987 yılı itibari ile değişik bir şekilde gelişmiştir. Buda Nusayrilere dayatılmaya çalışılan asimilasyon politikasının sadece biçim değiştirdiğini göstermektedir.

1950’li yıllarda Hatay’da yaşayan yaşlı Nusayrilerin anlattıklarına göre ; Nusayriler, kaldırımlardan yürüyemezler, hayvanlar için yapılan arklardan yürürlermiş. Münferit olaylar olsa da Nusayri şeyhleri, kalabalık caddelerde yürürken sakalları yolunurmuş ve şalvarları çekilirmiş. Özellikle 12 Eylül askeri yönetimi döneminde Nusayrilerin yerleştiği bölgelere camiler yaptırılmış ve buralara Nusayri imamlar atanmıştır. Uzun bir süre Nusayriler, Sünni ağaların marabası olarak onların topraklarında yaşamışlar. Kendi içlerindeki dayanışmanın yardımlaşmanın güçlü olması ve çalışkan olmaları nedeniyle para biriktirerek çalıştıkları toprakların büyük bir çoğunluğunu Sünnilerden satın almayı başarmışlardır.(Türk, 2005:29)

1938 yılında Hatay’ın nüfusunun yarıya yakını alevi iken dışarıdan Sünni vatandaşların kaydırılması sonucu bu oran gittikçe düşmektedir. Bu kaydırmalar 12 Eylül 1980’den sonra da yeniden gündeme gelmiştir. (Karasu , 2006:118)

Cumhuriyet tarihi boyunca bütün çabamızın Kürt'ün Türkleştirilmesi, ya da müslümanın laikleştirilmesi olmamalı bütün çabamız sadece çoklu kimlik ve kişilik özelliklerine sahip olduğumuzu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Sadece etnik ,dinsel ve cinsel kimliğimiz değil ,bunun yanı sıra yurttaşlık bağı ile bağlı olduğumuz ülkenin sorumlu yurttaşı olduğumuzu, farklı kültürel kümelerle etkileşime açık olduğumuzu sadece doğum ve kan bağı ile edinilmiş kimlikler değil, bunun yanı sıra sonradan kazandığımız kimliklerle bir bütün oluşturduğumuzu unutmamalıyız. (İnal,2006:41) Yurttaşlık bağıyla bağlı olduğumuz kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmamızdan kaynaklı edindiğimiz kimliktir. Nusayrilik ise etnik, dinsel bir kimliktir. Yüzyıllardır yaşayan bir kültürdür. Nusayriler yüzyıllarca egemen iktidarların ve karşıt grupların baskısına maruz kalmışlar ve direnmişlerdir.

Joan Weulerse “Antioche” adlı yapıtında Antakya’da yaşayan Aleviler için şu tespiti yapar: ”Alevilerin Antakya’daki durumu çok farklıydı. Merkezini politik açıdan egemen unsur olan Türklerin tuttuğu bir kentte, heteredoks bir mezhep olan aleviler şehir dışına atılmışlardı. Bu konum,i kili horlamaya denk düşüyordu: Toplumsal açıdan köylü, dinsel açıdan da sapkın olarak eziliyorlardı. Antakya’nın Alevi nüfusu “ağır işler ve alt meslekler için köle olmasa da seri “düzeyinde bir el emeğinin” deposu olarak görülüyordu. Güvenlik nedeniyle semtlere kapanmış Aleviler, dışlandıkları kentin en sefil ve ezilen kesimini oluşturuyorlardı. Kent topografisi içindeki yerleri azınlık Müslüman toplumlar yelpazesindeki uç konumlarının çarpıcı bir anlatımıydı. “(Karasu,2006:115)

Yaşları yetmiş ve üstü olanların anlattığına göre bir zamanlar Antakya’da Alevilerin kaldırımlarda yürümeleri bile yasaktı. Onlar kendilerini belli ettirmek için caddenin ortasında yürümek zorundaydılar. Kaldırımı kullananlar her türlü saldırıya maruz kalabilirdi. ( Karasu,2006:115)

Osmanlı zamanında Nusayrilerin mal mülk sahibi olması,Kuran satın alıp okuması bağnazlar tarafından adeta yasaklanmıştı. Çarşıya bile inemezlermiş. Aleviler Kuran elde edebilmek için Hristiyan din adamlarını devreye sokarlarmış. Nusayri din adamlarının sarıkları önce arkadan ateşle tutuşturulur; sonra ateşi söndürme bahanesiyle ayaklar altına alınıp çiğnenirmiş. Nusayri selamını almamak için.yüzlerini çevirenler; omuz atıp geçenler varmış.(Bulut,2001:96)

Samandağlı Abdullah Vural, tam 115 yaşında .’Eskiden el örmesi dizkapağına inen gömlek giyerdik ‘diyor. İç çamaşırı bulamadıklarını ; dağda ağaç, çalı çırpı toplama sırasında bu gömlek yırtılmasın diye, çırılçıplak iş gördüklerini ve bedenlerinde yara berelerle dolaştıklarını anlatarak o zamanki yoksulluğun boyutunu gösteriyor. (Bulut,2001:67)

Nusayri yaşlılarımızın anlattıkları geçmişte yaşadıkları sıkıntıları bu günkü durumla karşılaştığımızda ne kadar büyük bir mücadeleyle günümüze geldiklerini görmekteyiz. Geçmişten bu güne kabul ettirilmeye çalışılan Sünni İslam öğretisine gösterdikleri direnç kendi kültürlerini koruma azmi takdire değerdir.

Samandağlı Ahmet "Eskiden Arapça yasaktı. Şimdi Türkmen köylerinde Arapça Türkü söyleniyor" diyor. Samandağ'a geri dönerken, çok eskiden de değil, 1980'lerin sonuna doğru bu topraklarda yaşanılan anlamsız yasakları düşünüyoruz. 12 Eylül'e kadar siyasal şiddetten nasibini en az alan Samandağ'da, 12 Eylül sonrası inanılmaz baskı uygulanmış. Neredeyse herkes sorgudan geçirilmiş. Bu süreç 1985'e kadar en ağır biçimde sürmüş.


1990'lı yıllara doğru garip yasaklar vardı Samandağ'da. Hatta şimdi birkaç sanatçının albümüne aldığı, Türkiye'nin her yerinde çalan 'Meryem Meryemti' türküsü yasaktı. Oysa türkü, Osmanlı askerleri tarafından kaçırılan bir Arap kızının öyküsünü anlatıyordu. Hatta o yıllarda Samandağ'da bir düğünde bu türkü çalmaya başlayınca, o sırada salonda bulunan dönemin ilçe emniyet müdürü yasak olan türküyü susturmak için silahını çekip havaya ateş bile etmişti.Yasaklar kumsalı Samandağ'ın Çevlik kumsalı, yaklaşık 18 kilometredir. Bu yanıyla' Türkiye'nin en uzun kumsalı' olarak anılır. O yıllarda, saat 18.00' den sonra kumsalda gezinmek yasaktı. Hele yazları, havanın kararmasına saatler kala kumsal boşaltılır, kurt köpekleriyle gezen jandarmalar sahilde kalanları uyarırdı. Samandağ'da balık önemli bir geçim kaynağı. Ama o zamanlar, Samandağlı balıkçıların gece denize açılmalarına ve denizde kalmalarına izin verilmezdi. Samandağlılar karşılarında başka yerlerden gelen balıkçı teknekleri avlanır, onlar kıyıdan seyretmek zorunda kalırlardı.(Celal Başlangıç,Radikal,29,07,2002)

Nusayrilerin Dil konusunda da bir dönem 1980 sonrası Arapça müzik çalınmasın diye askerin düğünü basması gibi olaylar anlatılır. Nusayrilik ulusal kimlik çelişkisinde dinsel ve dilsel müdahalelere de maruz kalmıştır.Ayrıca 1990’lı yıllarda Afganlı göçmenlerin Ovakentte arsa sahibi yapılması ve devlet olanaklarının sunulması.Amik ovasının bir bölümünün Karadenizden getirilen sahıslara işleme hakkının verilmesi gibi uygulamalarda Nusayri Araplar’ın tarih sahnesinde olduğu gibi günümüzde de bir takım siyasi ve politik oyunlara maruz kaldıklarını göstermektedir.

Samandağının Kurtderesi mahallesi sakinlerinin bir bölümünün hukuk dışı uygulamalarla tamamen siyasi oyunlarla tapularının iptal edilmesi de yakın tarihte olan başka bir olaydır.Saho mağdurları zamanının içişleri Bakanı bizzat Mehmet Ağar’ın vasıtasıyla tapuları ellerinden alınmıştır.Hukuki olarak aleni bir şekilde o toprakların bir Türk vatandaşı olan ve nufus ve evlik cüzdanı olan Mustafa Şah’tan satın alındığı kanıtlanmasına rağmen.Bu Kurtderesi mahallesindeki bu sakinler evlerini ,arazilerini boşaltma tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Murat Çelikkan Saho davasını “Bölgede bu uygulamaya ilişkin yorum, Arap kökenli vatandaşlarımızın Antakya'da mülk edinmesini engelleme. Gerekçe, Suriye ile olan Hatay meselesi ve plebisit korkusu. Bu da, 'azınlık vakıfları'na uygulanan 'derin devlet politikası'nın bir benzeri. Topraksızlaştırma politikası. Hatta yerleştirilen Türkmenler vesaire... Vatandaşların ellerinden giden, bedelini, vergisini ödedikleri toprakları için açılan 10'dan fazla dava, aleyhlerine sonuçlanmış. Temyiz aşamasında olanlar var. Sadece iki dava, mülkiyet bedelinin tahsili amacıyla AİHM'ye gitmiş. Bizi yeni bir rezalet daha bekliyor orada anlayacağınız. Suriye ile ilişkilerin düzelmesi, Hatay meselesinin resmi düzeyde halli için gelişmeler çok olumlu. Peki ama 'Şaho mağdurları'nın hali pür melali ne olacak? Son çare, Cumhurbaşkanı'na başvurmayı düşünüyor, bunun için imza topluyorlar. Derin kırmızı çizgiler, ah o çizgiler! (Çelikkan,Radikal,07.01.2004)

Bu politik oyunlar aleni bir şekilde ortadadır.Nusayriler basında yada araştırma adı altında yayınlanan asılsız iddialarada maruz kalmaktadır. Nusayri Alevileri, Nusayrilikle ilgili araştırma yapan bazı araştırmacılara tepkilidir. Oturdukları yerden alana inmeden araştırma yapmaktalar hem asılsız idialar hemde bilimsellikten uzak cümleler kurmaktadırlar.Nusayrilerin istemediği şekilde bir beceriymiş gibi namaz sürelerini yayınlamaktadırlar.Nusayrilerin dinsel inançlarını saygısızlık yapmaktadırlar. Bir araştırmacı, araştırma yaptığı toplumun inançlarına saygı duymalıdır.Her toplumun kutsalı vardır.Toplumlar bu kutsallar sayesinde birleşir bütünleşir kaynaşır.Bu kutsallar için geçmişten günümüze bedel ödemişlerdir.Ödemeye de devam etmektedirler.

Celal Başlangıç’ın deyimiyle” Musa Dağı'na bakarken insan, 'Ne kadar çok acı yaşanmış bu topraklarda, şu anda yaşananlar ve daha da yaşanacak olanlardan gayrı' demekten alamıyor kendini. Musa Dağı gibi bu ülkenin de acıları bitmiyor ve insan bu coğrafyada acıyı büyütenlerin, o sıcacık, saygılı, iri gözlü Samandağlıların yüzüne bakarken utanacakları günü bekliyor.”(Başlangıç,Radikal,29.07.2002)

Daha ayrıntılı bilgileri www.nusayri.com adlı siteden alabilirsiniz.

1 yorum:

resul aydin dedi ki...

yazdiklarinizi sonuna kadar okudum,sizin cok sevdiginiz atatürk ve dersimin celladi inönü(inönünn posterler dersimli alevilerin duvarlarinda asilidir neden bu aleviler cellatlarini cok seviyorlar anlamadim) sunnilerede az cektir medi, yani yazdiginiz hakaretler islamdan degil devleti yöneten kemalisler yüzünden dir.

HAKKIMDAKİ HER ŞEY

Yıllardır okuduğum kitap, dergi, gazete vs.lerden not aldığım özlü sözleri, fıkraları, elektronik postama gelen eğitici ve öğretici kıssadan hisse paylaşımları, bazen ağlatan, bazen güldüren, bazen ders veren öyküleri, sağlıklı yaşam önerilerini hayata dair herşeyi blogumda sizlerle paylaşmak istedim.

Amacım öğrenmek, daha fazla öğrenmek, öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak, eğlenmek, eğlendirmek, güzel ve zevkli vakit geçirmek.

Burçlarla ilgim hiç yoktur -"ikizler burcu"nun bildiğim tek özelliği öğrenmeye sonsuz meraklıdır- bu özelliği çok iyi taşıdığım kesin.

Doğa aşığıyım saatlerce doğa belgesellerini izlemekten sıkılmam. Bunda adımın çiçek olmasının ve mesleğimin de etkisi vardır.

Sıkı bir lakto vejeteryanım. "Et, tavuk, balık ve yumurta yemeyen ama süt ve süt ürünlerini tüketen vejeteryanlar" Hayvan sevgim vejeteryan olmamı sağladı.


Klasik Türk Müziği ve eski nostaljik şarkıları dinlerim. Alpay, İlhan İREM, Ajda PEKKAN, Erol EVGİN, Yıldırım GÜRSES... hayranıyım.

Bloguma yapacağınız eleştiri ve yorumlar benim için önemlidir. Bu sayede eksiklerimi görür, düzeltirim. Eleştiriye çok açık olmadığım söylenir ama işin aslı öyle değil. (Lütfen blogumu eleştirip, yorumlarken bunu dikkate almayın çünkü beni değil blogumu eleştiriyorsunuz) Eleştirileriniz doğrultusunda blogumu yönlendiririm ve mutlaka dikkate alırım.

Eleştiri konusunda hayat felsefem: Karşımdakinin beni eleştirmesi için beni çok iyi ve içten tanıması, beni gerçekten sevdiğine inanmam lazım. Aksi takdirde eleştiriye kapalıyımdır karşımdaki insan arkadaşım, dostum aile bireyim beni çok iyi tanıyorsa ve sevdiğinden şüphem yoksa çok acımasız eleştirebilirler ve eleştirirler de ...

İnsanlarla iletişimim güçlüdür -en azından ben böyle düşünüyorum.- Çünkü insanları hatalarıyla kabul ederim zaten hatasız insan olduğuna inanmayanlardanım ben dahil. Bu konuda hayat felsefem Mevlana'nın "Hatasız dost arayan dostsuz kalır" sözüdür. Orhan Gencebay'da bir şarkısında "Hatasız kul olmaz" sözüyle arkadaşlık ve dostluk felsefemi çok iyi tanımlamış.

Fazla duygusalım değişmeyi denedim bu özelliğimden vazgeçemeyeceğimi anlayınca vazgeçtim. Zaten duygusal olmak da insan olmanın bir erdemi.

İNTERNET İLETİŞİM KOPUKLUĞU YAPIYOR MU?

OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN ZORUNLU OLMASI DOĞRU BİR UYGULAMA MI?

MEDYANIN KÜLTÜR YOZLAŞMASI YAPTIĞINA İNANIYOR MUSUNUZ?

CANIM EDİZ UFUK'UM

CANIM EDİZ UFUK'UM
Hayatımın Anlamı

Blog Listem

CANIMIN İÇİ

CANIMIN İÇİ

Üniversite giriş sınavının tekrar iki basamaklı sınav olması sizce:

Okul öncesi yaştaki çocuklara bilgisayar sizce yararlı mı, zararlı mı?

CANLARIM

CANLARIM
HAYATIMA ANLAM VERENLER

Bu Blogda Ara

Ahh! Kalbim

Ahh! Kalbim
Powered By Blogger

İzleyiciler

HAKKIMDA

Fotoğrafım
AĞRI, Türkiye
Klasik ikizler burcuyum. Yeni şeyler öğrenmeye, yeni yerler görmeye meraklıyım. Doğa tukunuyum.Kendimle barışık bir insanım bu konuda hayat felsefem Tevfik Fikret'in " Hak bildiğin yolda yalnız da olsa yürüyeceksin ve "çoğunluğun doğru demesi benim bu sonucu doğru dememi gerektirmez" sözüdür." İnsanlarla iletişimim güçlüdür ama hemen dost olmam. Çünkü dostluk "sevgi, saygı, güven, özveri ve sadakat üzerine kuruludur.İnsanları hatalarıyla kabul ederim şimdiye kadar hiç hatasız arkadaş aramadım. Zaten kusursuz insan olduğuna da inanmam. Mevlana'nın "Hatasız dost arayan, dostsuz kalır" ve Orhan GENCEBAY'ın bir şarkısında söylediği "Hatasız kul olmaz" sözünü dostluk felsefem olarak belirledim. Fazla modern görünmeme rağmen yeniliklere zor adapte olurum. Eski alışkanlıklarımı değiştirmek, onlardan vazgeçmek zor gelir bana.Benim için önemli olan bir şeyi benim beğenmemdir başkalarının ne dediğini fazla umursamam hatta hiç umursamam. Beğenmediğim tek yönüm hayattaki güçlüklerin beni çabuk pes ettirmesi, olumsuz duygular yüklemesi ve bu duygulardan zor kurtulmam. Değişmeyi çok denedim ama şimdiye kadar başaramadım. Bundan sonrası içinde haydi hayırlısı...Lakto vejeteryanım.