“Geçen avdayım. Girdim ormana. Avımı ararken karşıma ne çıksın! Kocaman bir ayı. Tüfeği doğrultunca kaçmaya başladı. Düştüm peşine. Ayı kaçar, ben kovalar. Ayı kaçar ben kovalar. Bir baktım ki ormandan çıkmışız. Ayı hala kaçıyor. Bırakır mıyım peşini!”
“Ayı kadar nasıl hızlı koşabildin?” diye sormuş dinleyenler.
“Ayı büyük olduğu için çok hızlı koşamıyordu. Sonra kovalamaca devam etti. Bir de baktım ki Antalya’ya gelmişiz. Ayı denizin kenarında, kaçacak yeri yok. Tam vuruyordum ki kaçtı.
“Nasıl kaçtı?” demişler.
“Nasıl olacak? Suya atladı yüzmeye başladı. Ben de peşinden atladım. O yüzdü ben de yüzdüm. Sonra Kıbrıs’a geldik. Ayı hala kaçıyor. Bırakmadım peşini. Kıbrıs’ın güneyine kadar kaçtı en son deniz kenarına geldi. Tam vuracağım, yine suya atladı.
“Eee.”
Bende peşinden atladım ve yüze yüze Mısır’a geldik. Sonra bizim ayı daldı çöle. Peşinde ben!
“Dalga mı geçiyorsun. Hiç bu kadar yüzülür mü? Ne Mısır’ı ne çölü?” demişler.
“Yahu lafımın sonu alın. Doğru söylüyorum. Sonra Ayı çöl sıcağına dayamadı. Piramitlere yaslandı ve bende çektim tüfeği, bastım tetiğe.
“Eee vurdun mu ayıyı?”
“Nerdeee. Tüfek ıslanmıştı ya, ateş almadı!” Bu sefer ayı düştü peşime. Ben kaçar, ayı kovalar. Ben kaçar, ayı kovalar. Önce deniz, Kıbrıs, Antalya sahili derken bizim köydeki şelalenin tepesine kadar geldik. Kaçacak yer de yok. Aşağısı da uçurum. Ayı yaklaştı bana ve önce dövdü sonra kayalıklardan aşağıya atıp beni öldürdü.”
“Dalga mı geçiyorsun bizimle. Öldüm diyorsun. Yaşıyorsun işte!
“Ahh… Ahh… Sen buna yaşamak mı diyorsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder